11 Mart 2013 Pazartesi

Maskesizler Oratoryosu

.
.
(10:52:51) Son derece kaba saba, çirkin mi çirkin bir çift el, kırmızı bir yığıntı halinde duran çamurdan apazlayarak ufak bir yumru parçasını, yoğurmaya girişti.
.
Önce yumurtamsı bir topağa dönüştü kırmızı çamur parçası, kaba işçinin ellerinde, sonra hafifçe bir pat pat çekti iki avucun ortasında parçaya ve bir parça pres uygulayıp yassılttı yumurtamsı nesneyi. Yassılmış ovalliğin tam ortasından hafifçe yırttı, yırtığın altını da azıcık uzatıp hafifçe düzeltince tıpkı iskambil kağıdındaki kupa imgesine dönüştü parça bir anda, kaba sabaydılar ama yine de narin yapıyordu işçi işini... İşini bilen bir hali vardı bu kalın, şişkin, dolma parmaklı ellerin. Tırnaklarının arasına giren kırmızı çamuru sivri uçlu bir nesneyle özenle temizledikten ve bir leğen suya daldırıp çıkardıktan sonra üzerinde çeşitli renklerin ve diğer tanımsız pisliklerin yuva kurduğu bir bez parçasına kurulandı. Fırlatıp attı bezi yerine ve tekrar aldı eline kupa'ya dönüştürdüğü kırmızı parçayı.
.
Kocaman bir defterin kirli sayfalarını çevirdi ve ilk beyaz boşluğa bu oluşan şekli çizip altına bir tanım yazdı ucu sivri masmavi mürekkepli kalemiyle: Sevgi. Kırmızı Toprak.Yapım süresi (11:09:02)
.
Bıraktı kalemi ve elindeki nesneyi dallandırıp budaklandırdı ucundan bucağından. Çamuru evirip çevirdi, yamulttu, tekrar tekrar şeklindirdi, sihirli bir kaç el hareketiyle hop, bir küçük uzuvdu artık avucundaki. Gerçek bir kalbe dönüşmüştü kırmızı çamur parçası ustasının avuçlarında. Kaba eller bir an durdu masasının üzerinde yatan kalbin yanında. Tıp tıp tıp dokundu masaya ritmik bir şekilde, masanın görünmez tuşlarından tın tın çıkan sesler vurgusundan ilhamla kalktı sağ elin o tombik işaret parmağı ve tıp diye bir fiskeci dokunuşuyla kalpte birden pıt pıt atmaya, bir saatin tiktakları gibi vurup devinen inip kalkmalara başladı.
.
El hemen kaleme döndü ve yatıp duran yerinden aldı kalemi koca defterin sevgi sayfasını çevirip önündeki beyaz boşluğa ilk yaptığı gibi önce oluşturduğu bu yeni şekli çizdi ve altına yeni tanımı yazdı: Yaşam. Et. Yapım süresi (11:21:42)
.
Yine bıraktı kalemi el ve bu pıt pıt atan kalp nesnesine dönüp kabalığına aykırı kadife yumuşaklığıyla dokundu her yanına bir süre.
.
İki el bir birine kavuştu bir an parmaklar birbirinin arasına girdi ve bekledi... bekledi... sonra kararlılıkla ayrıldı eller birbirinden ve kırmızı çamur yığıntısına uzandılar ikisi aynı anda. Kocaman bir kütleyi avuçladılar ve hummalı bir yoğuruşa giriştiler, bu kez büyük bir parçaydı serilen masaya. Dar enli upuzun bir kütük parçasını andırıyordu serilen yere önce. Sonra ilerledikçe işçinin çalışması kıvraklıkla, ovallikler, çukurlar, kıyılar oluşmaya başladı ve iki şişkin tepe...
.
Kütük parçasının şekli değişirken giderek incelen bir tarafını kütlenin ortasını orantılayarak daldırdı elini usta işçi ve daldırdığı yerden ikiye ayırdı kütüğün bu yanını. Yeniden nazikçe bu ikiye ayırdığı uzantıları son derece düzgün iki direk haline getirdi ve uçlarına da birer kaide yaptı. Bu taşıyıcı çok narindi gerçi ve her birinde de kendininkine benzeterek ama hemen üçte bir oranında küçük parmaklar oluşturdu. Parmakların her biri de değişikti ama bir çift el gibi onlar da bir çiftti hemen hemen yansıması gibiydiler bir birlerinin. Sonra bu yarı kütük yarı zarifleşen gövdenin kalın bölümündeki iki şişkin tepenin sol altına bir yumrukla daldı el ve orada açtığı küçük çukura, masanın bir yerinde bıraktığı yaşam nesnesini alıp, özenle yerleştirdi. Nazikti yine üzerini kütüğün çamuruyla kapatırken. İki tepeciğin üzerine de baş ve işaret parmağı arasında yoğurduğu iki bilye tanesi gibi yumruyu kondurduktan sonra iki sütunun ayrıldığı nokta yöneldi.
.
Bir süre gezindi işçinin kaba saba elleri bu ayrımda. Sabırlı dokunuşlarla nesnesinin objesinin şekillenmesini bekler gibiydi sanki kendiliğinden ama olacak şey değildi bu. Yaptığı bir sihirbazlık değildi çünkü elin. Gerçek bir sanatçı çılgınlığında olabilirdi kendisi ancak sanatı ve eseri bir çıldırı olamazdı. Eser yapıtçısından bağımsız değildir ve o yapıtı ortaya koyabilecek tek yetke ve tek akıldır. Hayal kurabilir ama bir yere kadar işte. Diğeri ve büyük çoğunluğu, realitesi avuçlarında şekillendirebildiği kadarıdır. Bu nedenle olsa gerek, daha fazla oyalanmadı eller ve yine çamura yöneldi, bu kez daha ufak bir çamur yumrusu alıp yoğurmaya başladı.
.
İki küçük yuvarlak oluşturdu ve küçücük silindirimsi bir parçayı da tam ortalarına yerleştirdi. El bu parçayı evirdi çevirdi bir müddet ve masasının diğer bir tarafına bıraktı. Deftere ve kaleme yöneldi hemen. Önce büyük kütük parçasının boylu boyunca şeklini ayrıntılı olarak çizdi yine deftere... Altına da açıklama olarak yazacağı yeri boş bırakıp, doğrudan üretim süresini not etti (11:57:15)
.
Bir çay molasına ihtiyaç duyuyordu işçi şimdi. Büyük kirli mi kirli nemli kokuşmuş bir çuvalı çekiştirdi eller ve örttü bütün çalışma masasının üzerini, ardından da yine kırış kırış bir muşambayı çuvalın üzerine geçirip sağından solundan sımsıkı kapattı. (12:28:45)
.
Atölye karanlığa bürünmüştü artık ve sonra altum silentium... sessizlik.! *
.
(15:43:59) Kabasaba görünümlü eller bir hışım çekip kaldırdı örtüleri masadan ve bu henüz tanımlanmamış yarı kütüğü andıran iki ayak kaideli yarı bacak nesneye baştan aşağı her noktasına dokunarak gözden geçirdi. Son oluşturduğu iki küçük toplu ortasında silindir bir parçanın dikildiği nesneye yöneldi ki... yerinde değildi. Boylu boyunca uzanmış kırmızı çamur yığıntısının etrafında arandı, arandı eller... ama yoktu.(15:53:32)
.
(12:28:45) Kaba elli işçi atölyesinden çıktıktan sonra ve her yer karanlık içindeyken...
.
O göründü. O, baştan aşağı bir vücut olan bir figürdü. Başı, gövdesi, kolları ve ayakları olan ve de hareket halinde olan bir figür. Çok esnek ve zarif bir malzemeden yapıldığı belliydi. Pürüzsüz bir görünümü vardı. Hatları oldukça orantılı biçimlendirilmişti ve O ustasının elinden çıkan ilk üründü. Yüzünde tertemiz bir ifade vardı. Meraklı bakışları, muzipçe gülümseyen dudakları, biçimli kalçaları üzerine değin uzanan kıpkızıl saçları olan bir figür. Zarif elleri ve ince uzun parmaklarıyla masanın üzerindeki bütün korunağı sıyırıp aldı ve gözleri fal taşı gibi açılıverdi gördüğü manzara karşısında. Şok olmuştu. Ne yapacağını bilemez bir halde durdu kaldı masanın dibinde. Bütün parçayı inanılmaz gözlerle süzüyordu. Sonra çekimser bir halde uzandı parmakları nesneye ve elleriyle okşadı bütün yüzeyini nesnenin... aklını başından alan bir durum vardı bu dokunuşta. Kendi bacaklarına baktı ve aynı ayrım noktasından geçirdi elinin birini, öbürü de diğerininkindeydi. Tıpkı tıpkısına benzer bir hal vardı bu noktalarda ama ya üst tarafı? Üst tarafının kendisininkiyle hiç bir benzerliği yoktu. Bir kütük görünümlü, kırmızı bir çamur yığıntısından başka bir şey görünmüyordu ancak iki şişkin tepe haricinde. O tepelere koydu iki elini de avuçlarıyla ama birden çarpılırcasına hızla çekti. Ağzı açık kalmıştı. Oh!
.
Yeniden denedi ve yine aynı şey oldu. A!
.
Ellerine baktı parmaklarını birbirine sürttü. Avuçlarını ovuşturdu. Diliyle dudaklarını yalayıp, iki dudağını dişlerinin arasına sıkıştırıp bir cesaret daha diyerek yeniden ellerini aynı yer üzerine nazikçe yerleştirdi ve hayretle durdu. Sonra kendi gövdesindeki aynı noktaya koydu avcunun birini, aynı şeyi orada da duyacağını ümit ederek... ama hayır. Tık yoktu kendisininkinde. Yüzündeki gülümseme ve saflık an be an kayboluyordu. Bu ne anlama geliyordu şimdi? . Ustası kendine benzeterek bambaşka bir eser mi ortaya çıkarıyordu yoksa? Yeni bir eser, hem de göğsünde tıkırtısı olan bir baş yapıt... Hüzün ve keder dalgası aktı geçti bakışlarından, boynu büküldü ve masanın bir köşesine o muhteşem güzel kalçasıyla dayandı, derin derin soluk aldı ve asıktı suratı.
.
Uzun bir düşünme sürecinden sonra yeniden dikildi masanın etrafına bakındı ve ilkin pek dikkatini çekmemiş olan ustasının ayrı bir köşeye bıraktığı parçaya dikti gözünü bu kez. Bu da neyin nesiydi böyle? . Aldı eline ve evirip çevirmeye başladı. Hafifti çok. Acaba ne işe yarayacaktı, neresi içindi bu parça? . Masadaki nesnenin kendine göre tamamlanmayan kolları ve başı vardı ama bu parça bir kol ya da bir baş bile etmezdi, olamazdı yani. Bu son derece minik ve hafif bir parçaydı... ne olabilirdi ki... atölyenin loşluğunda ilerledi ve bir boy aynasının önünde gelip baktı kendine ve elindekine.
.
Parçayı başının üzerine koydu ilkin. Gülümsedi. Poz verdi. Sonra göğsünün tam ortasına yerleştirdi yine baktı ve poz değiştirdi. Ardından sırasıyla sağ ve sol omzuna, sırtına, beline, kalçasına, böylece bedeninin elverişli bulduğu ve ulaşabildiği her uygun noktasında tek tek denedi bu eklentiyi ve her seferinde ayrı bir merakla bıkmadan pozlar verdi kendi kendine. Eğlenceliydi bir yandan bu yapboz oyunu. Elbette en uygun noktayı bulacak ve şak diye oturtacaktı pazılın bu parçasını da.
.
Derken aşağıya doğru uzayıp giden iki bacağının ayrım noktasına geldi sıra ve parçayı bir de orada denedi. Tam poz vermeye gelmişti ki sıra sesler geldi atölyenin kapısının ardından. Paniğe kapıldı, bir koşu masaya seyirtti örtüyü kapatmaya ki ama ayağı kaydı ve kapaklandı yere yüzü koyun. Hiç bozuntuya vermeden çarçabuk toparlandı ve masanın üzerini örtüp, sonra da parmaklarının ucuna basarak geldiği gibi uzaklaşıyordu ki, ah! Bir an kendi yansımasını farketti duvarda. Tuhaf bir çıkıntı sallanıyordu tam bacaklarının ayrım noktasında. Bir koşu aynaya yöneldi ve ama o ne? O parça tam da bacaklarının ayrım noktasında mıhlanmış kalmıştı. Çekiştirdi çekiştirdi ama nafile. Çekiştirdikçe uzuyordu silindir biçimindeki parça, yuvarlaklar da büzüşüp duruyordu. Kapı açıldı birden ve o da kendini bir anda aynanın arkasına fırlattı.
.
İşte deftere geçirilmeyen bu süreçler (12:28:45- 15:43:59) arasında olup bitenler bunlardı.
.
(15:53:33) Hey sen! Saklanma haydi, çık ordan! diye sesleniyordu eller şimdi. Aynanın arkasında gizlenmiş O, iki eli önünde pişmanlık ve utanmışlık içinde başı önünde gözlerini kırpıştıra kırpıştıra çıktı. Usta, N'aptın sen? Çek ellerini bakayım? dedi ve ardından müthiş bir kahkaha geldi ellerden, koptu ve havada dans etti. Bir birine vurmaya başladı şak şak şak ve bravo diyerek.
.
Bu reaksiyonu beklemeyen O, bu tezahürat karşısında şaşkındı hâlâ ama yine de rahatlamıştı biraz. Büyük bir suç işlemediğini hatta iyi de bir iş çıkardığını düşünmeye başladı. El omuzuna uzandı ve hadi gel buraya, meraklı seni diyerek yöneltti O'nu masaya.
.
Gülümsedi ele. Masanın başına gelince zıpladı oturdu hemen, başı olmayan figüre baktı.
.
Sen hiç aklımda olmayan bir şey yapmışsın. Ben seni... neyse... oysa ben seni... Her neyse artık yapacak bir şey yok dediği duyuluyordu elin. Seçimi sen yapmış oldun. Demek ki başlangıç noktasına.. diyerek büyük deftere uzandı el ve sayfaları geriye doğru taramaya başladı.. hah! İşte... Senin üretim çizelgen bu bak! . Seni üretmeye ilkin beyninden başlamıştım. Beyinden başlayınca sonuç böyle oluyormuş demek. Neyse. Bunu ise yürekten başladımdı. Seni... seni sevsin diye.
.
Ve benim için doğurganlığın simgesi olacaktın sen, bu da aşkın simgesi elbet. Bu yüzden yüreğinden başladımdı çalışmaya, seni sevdirecek ve senden yeni nesiller ürettirecektim buna. Şu önündeki şey sayesinde. Ama olmadı. Olmadı işte. İşler şimdi tersine döndü. Bu durumda yüreğiyle seven ve doğuran bu olacak, aklıyla iş bitiren de sen...
.
Diyerek uzandı eller O'nun kafasına bir hareketle çekti başı çıkardı yerinden, başsız kalan O elleri havada boşluğu tararken ve ileri geri dolanıp dururken çarpa çarpa sağa sola, usta eller kafa tasının içine çoktan daldırmıştı elini ve narin bir jestle parmaklarının ucunda belli belirsiz minicik bir parçayı çıkarttı koydu masanın üzerine. Sonra da O'nun peşinden seyirterek yakaladı, ellerinden tutup masaya oturttu ve çıkardığı gibi rahatça yerleştirdi başını.
.
Başla gövdesi yeniden birleşen O da rahatladı böylece. Ustasının ustalığını izlemeye başladı.
.
(16:15:45) Süreç yeniden işliyordu artık eller için. Bir baş büyüklüğünde parçayı çekip kopardı çamur yığıntısından ve O'ndan aldığı küçük parçayı da ekleyerek yeni üretimine bir kafa yoğurmaya başladı....
.
.

*Dostum Mozart- Nadir Nadi -S.58‎ 24 ‎ Şubat ‎ 2013 ‎ Pazar 18:02:22

Hiç yorum yok: