h a b i b e m e r i h a t a l a y
Y a ş a m a Ç a ğ r ı
2012
KişilerSümeraySerpilAsyaErdemPalmKüçük SümerayKüçük ErdemBir Erkek Şarkıcı (Ezanları da okur)MüzisyenlerYerli TatilcilerYabancı TatilcilerPazarcılarYerli Halk |
Birinci Perde
Denizin sesi
duyulur. Ay, kalın göbekli bir karpuz dilimi sadeliğinde tepededir. Bir palmiye
ağacının altında bir kadın silueti, önünde de, boylu boyunca uzanmış kumdan bir
heykel
görünmekte. Denizden doğru (yani izleyicilerin arasından) kadın-erkek, çocuk-genç-yaşlı,
evli-bekâr, çiftler-tekler-guruplar halinde, mayolu-şortlu-bikinili, peştamallı- havlulu, kimi
sarılı-kimi omuzda-kimi elde, çantalı-sepetli -denizyastıklı-simitli-paletli-şapkalı-gözlüklü-
tokyalı-terlikli, çıplak-yarı çıplak-giyinik, yalın ayak-başıkabak tarzında insanlar-insancıklar,
kadının ve palmiyenin sağından ve solundan sel gibi akarak, sahnenin arkasında kaybolurlar.
SÜMERAY -'Yol' da 'Yolculuk' da insana dair… insanla birlikteymiş… Yürümeye
görünmekte. Denizden doğru (yani izleyicilerin arasından) kadın-erkek, çocuk-genç-yaşlı,
evli-bekâr, çiftler-tekler-guruplar halinde, mayolu-şortlu-bikinili, peştamallı- havlulu, kimi
sarılı-kimi omuzda-kimi elde, çantalı-sepetli -denizyastıklı-simitli-paletli-şapkalı-gözlüklü-
tokyalı-terlikli, çıplak-yarı çıplak-giyinik, yalın ayak-başıkabak tarzında insanlar-insancıklar,
kadının ve palmiyenin sağından ve solundan sel gibi akarak, sahnenin arkasında kaybolurlar.
SÜMERAY -'Yol' da 'Yolculuk' da insana dair… insanla birlikteymiş… Yürümeye
başlayınca dikilip de ayağa, ikiye yarmış araziyi geride bıraktığı izler.
Dahası yolunu belirleyen o ilk adım, kardeşkanıyla çizmiş sonrasını
da, elle… İlerledikçe, adımları adımlarının ırağına düştükçe; çıkan bir
mesafe kat ettikçe, görecekti elbet 'yol'un çatallaşacağını diğerleri ve
değerleri arasında, gördü de nitekim. Ulaşmak istediği hedef, 'Bir Yol
Hikâyesi’nin 'Kahramanı' yaparken onu, faili meçhul bir soruya
dönüştü 'gitmek' fiili de 'yol' ekseninde. Nereye doğru ama? Sonu
başı belirsiz; kenarı-çizgisi-bölümü-kademesi olmayan; öylesine
uçsuz bucaksız bir arazinin içindeydi ki; her yan dağ, taş, ot,
deniz'di bulunulan noktada; 'hedef'miş, 'yön'müş, 'taraf'mış;
hiçbirimizin öyle bir mefhumu yokken, neye ihtiyaçtandır bilinmez,
atmıştı işte o adımı, o ilk adımı… ve… nereye doğru? Neydi ki sebep
seni ana kucağından düşürüp buna zorladı ve sen gittin, yol ettin
hayatını; yön çizdin, yol aldın... Sevgili memesine miydi ki zamanı
adımladın... o gün bu gün... vardın ölüm kucağına... Ve işte
yolsuzsun gene; dahası ilk günkü gibi, etrafın yeşil çimen-dağ-taş-
ağaç-deniz-kum her yanın. Nerede adımlarının izi? Hani araziyi
yarıp bölen o boşalan damarın? Pusulan ne yanı gösterir evlat?
Göbek bağının düştüğü yerdesin işte, nah işte topraktasın. Anan da o
artık senin şimdi yavuklunda! Geldin mi? Dönüp dolaşıp toprağına
geldin mi? Ama hep. Hepten. Hiçten değil heç, hiçe değil. Hepten
hepe... Dolaşma da dalaşma da bu ikilem üzerinden yürüdü mü
yürüdü. 'Hep'le 'Hiç'ten. Bu iki düşünce, "hep'ten gelip 'hep'e",
"hiç'ten gelip 'hiç'e" gitme düşüncesiyle çatallaşıyor yeniden
yolcumun o dimdik yolu. Birinin ayağı toprağa kakılı, diğerininki
dikili havaya. Birinin havası suya yoğruluyorken boğuluyor kalbimiz
suda; diğerinin toprağı ateşi doğuruyor, yalıyor ruhumuzu alevler.
Su toprağa ateş havaya değdi derken karışıp gidiyor zaman, karışıp
gidiyor insan... 'Yol'un 'başı ve sonu' beliriyor işte bu noktada...
Ve işte insan yine olup olacağı belirliyor. Bırak bırak! Hiçbir şey
doyurulamaz bu hayatta. 'Yolcu' olmayı seçenin 'yol'a
doyurulamayacağı gibi, insan da hiçbir şey ve şekilde doyurulamaz.
Bunun da artık toprak doyuracak gözünü çare yok. Ruhun da yine
çaresi yok uçacak... uçacak... uçacak!
Dahası yolunu belirleyen o ilk adım, kardeşkanıyla çizmiş sonrasını
da, elle… İlerledikçe, adımları adımlarının ırağına düştükçe; çıkan bir
mesafe kat ettikçe, görecekti elbet 'yol'un çatallaşacağını diğerleri ve
değerleri arasında, gördü de nitekim. Ulaşmak istediği hedef, 'Bir Yol
Hikâyesi’nin 'Kahramanı' yaparken onu, faili meçhul bir soruya
dönüştü 'gitmek' fiili de 'yol' ekseninde. Nereye doğru ama? Sonu
başı belirsiz; kenarı-çizgisi-bölümü-kademesi olmayan; öylesine
uçsuz bucaksız bir arazinin içindeydi ki; her yan dağ, taş, ot,
deniz'di bulunulan noktada; 'hedef'miş, 'yön'müş, 'taraf'mış;
hiçbirimizin öyle bir mefhumu yokken, neye ihtiyaçtandır bilinmez,
atmıştı işte o adımı, o ilk adımı… ve… nereye doğru? Neydi ki sebep
seni ana kucağından düşürüp buna zorladı ve sen gittin, yol ettin
hayatını; yön çizdin, yol aldın... Sevgili memesine miydi ki zamanı
adımladın... o gün bu gün... vardın ölüm kucağına... Ve işte
yolsuzsun gene; dahası ilk günkü gibi, etrafın yeşil çimen-dağ-taş-
ağaç-deniz-kum her yanın. Nerede adımlarının izi? Hani araziyi
yarıp bölen o boşalan damarın? Pusulan ne yanı gösterir evlat?
Göbek bağının düştüğü yerdesin işte, nah işte topraktasın. Anan da o
artık senin şimdi yavuklunda! Geldin mi? Dönüp dolaşıp toprağına
geldin mi? Ama hep. Hepten. Hiçten değil heç, hiçe değil. Hepten
hepe... Dolaşma da dalaşma da bu ikilem üzerinden yürüdü mü
yürüdü. 'Hep'le 'Hiç'ten. Bu iki düşünce, "hep'ten gelip 'hep'e",
"hiç'ten gelip 'hiç'e" gitme düşüncesiyle çatallaşıyor yeniden
yolcumun o dimdik yolu. Birinin ayağı toprağa kakılı, diğerininki
dikili havaya. Birinin havası suya yoğruluyorken boğuluyor kalbimiz
suda; diğerinin toprağı ateşi doğuruyor, yalıyor ruhumuzu alevler.
Su toprağa ateş havaya değdi derken karışıp gidiyor zaman, karışıp
gidiyor insan... 'Yol'un 'başı ve sonu' beliriyor işte bu noktada...
Ve işte insan yine olup olacağı belirliyor. Bırak bırak! Hiçbir şey
doyurulamaz bu hayatta. 'Yolcu' olmayı seçenin 'yol'a
doyurulamayacağı gibi, insan da hiçbir şey ve şekilde doyurulamaz.
Bunun da artık toprak doyuracak gözünü çare yok. Ruhun da yine
çaresi yok uçacak... uçacak... uçacak!
Sümeray kum heykelin
başına yavaşça çökerken sahneye palmiye dallarının arasından ışıklar yayılır.
Denizden çıkıp sahne
arkasında kaybolan kalabalık bu kez ters yönden, giyinmiş kuşanmış süslenmiş
püslenmiş takmış takıştırmış sürmüş sürüştürmüş şık şıkırdım bir halde, bir
erkek şarkıcı ve müzisyenler eşliğinde sahneye üşüşüp, palmiyenin etrafında bir
çember oluşturarak hep beraber eğlenceye dalarlar. Şarkıcı romantik bir parçaya
başlayınca çiftler dans ederler.
ŞARKICI -'Hey sen!' de ki: "İsteyerek değer elim
Hamurdur çamur ruhum sen de dinlenir!"
'Hey sen!' de ki: "Benzeşerek gelir zaman
Denizde yağmur dillenir…"
'Seni tanımak…' O ışıklı yosun harelerinden
Süzülen bir göz damlası olup
Geçmek derin tünellerinden
Ve 'seni tanımak'…
Hızlı düşünce yükseklerine
Çıkıp-Binip meteoruna yağmurlarının
Konuklandırmak içinden geçtiğim
Yolcuyu İnip içime.
Defalarca 'seni tanımak'
Beni tanımak 'aslı' itiraf ediyorum işte:
Defalarca 'seni tanımak'
Beni tanımak 'aslı' itiraf ediyorum işte:
Benim öpüşüne hasret!
Defalarca 'seni tanımak' Beni tanımak 'aslı'
itiraf ediyorum işte: Bedenine yolcuyum
Bedenimle yolcuyum
Hevesle geçip gitmeye kendiliğimden.
Bedenine yolcuyum Bedeliyle yolcuyum
Hevesle geçip gitmeye…
'Ya sen?' de bana: "Peki ya sen?"
Şarkı ve dans
sürerken âşık bir çift olan Serpil ve Asya kalabalığın içinden sıyrılırlar.
Birbirlerine sımsıkı sarılmışlar ve sevgi dolu bakışmaktadırlar. Şarkı sona
erince kalabalık ve müzisyenler geri planda kalırken âşıklar öne çıkar.
SERPİL -Güzel bir akşam değil mi?
ASYA -Evet. Sen de çok güzelsin bu akşam.
SERPİL -Sen de fena sayılmazsın.
ASYA -Niye öyle
bakıyorsun?
SERPİL -Hiiç!ASYA -Bir şey mi oldu?
SERPİL -Yooo! Ne olabilir ki?
ASYA -Ne bileyim. Gözlerin bir tuhaf bakıyor da.
SERPİL -Öyle mi? Nasıl bakıyor?
ASYA -Bir muziplik yapacakmış gibi.
SERPİL -I-Ih!
ASYA -Bak yine! Hadi çıkar şu baklayı ağzından artık bak iyice yeşerdi!
SERPİL -Asya.
ASYA -Hı!
SERPİL -Batıl inancın var mı?
ASYA -Yok. Nerden geldi aklına?
SERPİL -Hiç öylesine geliverdi. Korktuğun herhangi bir şey var mı peki?
ASYA -Var birkaç şey her erkek gibi.
SERPİL -Nedir?
ASYA -Korkularım seni kaçırır diye korkuyorum.
SERPİL -Hayır lütfen kaçırmaz. Söylesene. Nelerden korkarsın?
ASYA -Birincisi kötü insandan korkarım ben. İkincisi de kötü zamandan.
SERPİL -Yani kısaca ‘kötülüklerden’ korkuyorsun.
ASYA -Evet. Hem de çok. Kötü davranış, kötü laf, kötü bakış, kötü emeller...
SERPİL -Hastalık halinde mi peki?
ASYA -O da kötü bir hal tabii ondan da Korku Hastalığından da korkarım
ama hayır o denli hastalıklı değilim henüz.
SERPİL -Çok şükür! Sağlıklı olmayı arzularız ama vücudumuzun doğası
hassas biraz. Çabuk kırılıp dökülüyoruz. Peki… ya ölümden?
ASYA -Hastalıktan mı ya da bir nedenle ölmekten mi?hassas biraz.
SERPİL -Genel olarak ölmekten.
ASYA -Ölümün kucağına doğduğumuzu düşünüyorum. Ölüme bir alın
yazısı olarak
öleceğiz. Ancak cezalandırılmak düşüncesi beni titretiyor... kötüyle
cezalandırılmak hem de… bu düşünce feci bir ürperti veriyor.
SERPİL -Hani şu kızcağızın başına gelen gibi mi? Testereyle kesip doğramıştı
hani bir
ASYA -Davası hâlâ sürüyor sanırım.
SERPİL -Evet.
ASYA -Mesela o kızcağızın başına gelen şey çok feciydi gerçekten ama asıl
korkunç olan
SERPİL -Ölümü kötü bir şekilde, kötülük olarak, kötü bir insanının elinden,
kesilerek tattı.
bu kez.
ASYA -Ölüm meleği her şeyde zuhur edebilir yani. Her şey bir an da ölüm
meleğine
bugün sağlıklı zannettiğimiz birçok şey bir noktada yok edici bir
kötülüğe bürünebilir. Benim korkum öldürmeyen ama bedbaht eden
kötülük daha çok. İçimi kemiren, iç barışımı bozan, huzur vermeyen
kötülük.
SERPİL -Ani gelen ölüm-öldürülmek bile olsa ölen açısından bir kötülük gibi
gelmiyor o
ASYA -Sanırım evet. Arkada kalan- ölüm meleği rolünü- bir şekilde
üstlenmiş kahraman çok daha korkunç durumda. Eylemi bitip de, o
kötülük ruhu üzerinden akıp geçtikten sonra bütün masumiyetini
yitirmiş ve geleceğini kaybetmiş, zavallı bir mahlûk kalıyor geriye.
SERPİL -Evet ya. Ne kadar acı değil mi?üstlenmiş kahraman
kötülük ruhu üzerinden akıp geçtikten sonra bütün masumiyetini
yitirmiş ve geleceğini kaybetmiş, zavallı bir mahlûk kalıyor geriye.
ASYA -Evet. Düşünsene ömrünün sonuna kadar katil damgası yemiş biri
olarak
SERPİL -Ne korkunç.
ASYA -Ömrü boyunca zayıflığının, bilinçsizliğinin bedelini ödeyecek
SERPİL -Hem de nasıl!
ASYA -Yasalarımızda insanın insanı öldürmesi, savaş haricinde,
cezalandırılması gereken
SERPİL -Tanrı öyle istemişse o ayrı elbette değil mi?
ASYA -Öyle ama insan bunu Tanrı'nın değil Şeytan'ın yaptırdığına inanır.
Allah -kazadan,
insanın düşüncesinde. Sadece onun kendisini nasıl yok edeceğini
hiç düşünmez.
SERPİL -Öyle ya. Her şey güllük gülistanlıkken-mutlu mesut-kötülüklerden
uzak
gitmeyen bir şeyler olmaksızın nesiller nasıl değişecek?
ASYA -Her şey allahtan kuşkusuz. Şeytan da ölüm ve yaşam da allahtan.
SERPİL -Evet. İyi de kötü de... bence korkun da geçmiştir artık ha ne dersin?
ASYA -Haklısın. Şimdi birden bire saçma gelmeye başladı. Aslında hiçbir
şeyden
bilemeyiz.
SERPİL -Aslında bu tarz güvenin arkasında da güçlü bir inanış yatmıyor mu?
ASYA -İsa'nın Musa'nın Muhammed'in inancı gibi mi? Benim o kadar somut
bir inanışım
öylesi bir inanç tohumu ekili değil sanki içimde.
SERPİL -Ben de öyle. Herhangi bir Tanrı idesi ve iradesine yaslanarak
yaşamıyorum. İnanç
melekler huriler gılmanlar falan da yok ama bu mefhumların
objeleşmiş varlıkları yine de hoşuma gider. Evimde bir melek
orkestrası koleksiyonum var benim mesela. Çok hoşuma gidiyor
onları öyle minik biblolar halinde diğer eşyalarımın yanında görmek.
Bir de öyle tatlı yapılmışlar ki! Çok şirinler.
ASYA -Aslında benim de bütün o yaşanmışlık-lar ilgimi çeker hep. O
tarihsel-kültürel
hayatları. Zaman zaman içine dalıyorum ama yine de beni inanç
boyutunda somut bazı tavırlara yöneltmiyor bu merakım. Namaz
niyaz filan yok yani bende. Söyleyeyim.
SERPİL -Baksana... Bence 'Batıya yürüyen doğuyu yaşar.' 'Fırlatılmış Ok'ta
yayını ne denli
tatlım 'Bilmek dahi yetmez bazen... her şeyi!'
ASYA -E n'apalım? Varsın öyle olsun yancak yakıncak değilim artık sana
kavuştum ya.
SERPİL -Gidelim artık hayli geç oldu.
ASYA -Serpil! Seni çok seviyorum.
Asya Serpil'i
kucaklar bir çırpıda. Gülüşerek ve koşarak sahneden çıkarlar. Sabah ezanı ve
ardından güneşin doğuşu. Palmiye ağacı günün ilk ışıklarıyla aydınlanır.
Etrafta tek tük yürüyen koşan genç yaşlı kadınlı erkekli mayolu bikinili şortlu
eşofmanlı çıplak ayaklı sportif insanlar belirmeye başlar. Değişik diller de
selamlaşanlar, sohbet edenler gelirler giderler. Üzerinde mayosuyla Sümeray
görünür. Denize doğru (seyircinin arasına) ilerler. Islanarak çıkar denizden.
Kıyıya (sahne ağzına) oturup, gözlerini kapatıp güneşlenmeye başlar. Telefon
çalar. Telefona uzanır ve açar. Erdem'dir hattın diğer ucundaki.
ERDEM -Canı sıkılan insan ne yapar söylesene?
SÜMERAY -Elbette tatile çıkmaz!ERDEM -Hadi ya!
SÜMERAY -Evet. Çevresini koklar, bakınır, oyun oynar ve elindeki olanaklarla
gidermeye
kazanır.
ERDEM -Neredesin? N'apıyorsun?
SÜMERAY -Kuş cıvıltıları arasındayım, esintili bir gölgelikte ve yeşilliğin tam
göbeğindeyim ve bil bakalım ne yapıyorum?
ERDEM -Çoğumuzun arayıp özlediği ama bulamadığı cennettesin desene!göbeğindeyim
SÜMERAY -Cennetteyim tabii ya cennette! Ne sandın? Aslında doğru söylemek
gerekirse evimin manzarası bulvara bakıyor şekerim.
gerekirse
ERDEM -Araç gürültüsünden geçilmiyor yani ortalık toz duman o halde.
Oh! Oh! Şimdi rahatladı biraz içim.
Oh! Oh! Şimdi
SÜMERAY -Bak sen. Birileri kıskanmış! Gerçi henüz yoğunlaşmadı pek rahatsız
edici değil de ilerde ne olacağını tahmin edebilirsin yine de.
edici değil de
ERDEM -Ediyorum tabii malum gelişime dur denemez. Orası da her cennet
mekân gibi kalabalıklar tarafından canına okunacak bir gün. Yaşasın!
Sana gıpta etmekten kurtulacağım o zaman.
mekân gibi
Sana gıpta etmekten kurtulacağım o zaman.
SÜMERAY -Seni sinsi şey seni.
ERDEM -Şimdilik sükunetinin tadını çıkar bakalım eninde sonunda gelecekte
sen de düşeceksin bizim durumumuza.
sen de
SÜMERAY -Vay hain! Gelecekte kim öle kim kala be. Önemli olan şimdi’ dir
canım!
canım!
ERDEM -Güzel bir yerdesin haydi haydi. Bence de keyfine bak. En güzel
zamanların bunlar tadını çıkar bakalım.
SÜMERAY -Sağol. O yüzden buradayım ya zaten.zamanların bunlar
ERDEM -Ben de sakin olmak için zorluyorum kendimi. Her an galeyana
gelebilecek bir
SÜMERAY -Ama sesimi duydun iyi geldi değil mi?
ERDEM -Sanırım biraz rahatlattı.
SÜMERAY -Sevindim ben de tabi iyi yaptın. Neden daha sık aramıyorsun ki?
ERDEM -İstikrarı korumak ve bir norm tutturmak icap ediyor burada herhalde
değil mi?
SÜMERAY -Anlıyorum. Aslında burada da öyle.
ERDEM -Hem bu yaşadığımız yeni bir model de sayılmaz. Bizim gibi birçok
insan vardır.
SÜMERAY -Tatilde sen orada ben burada şarkısını söyleyen mi? Evet kesinlikle
vardır.
ERDEM -Evet.
SÜMERAY -Bizimkisi burada biraz yadırgandı gerçi.
ERDEM -Nasıl yani?
SÜMERAY -Buralar az biraz içe kapalı, hatta mutaassıp. Eş-dost, akraba-ahbap
falan filan
takım' ların bölgesinde! Ana-baba, çoluk-çocuk, büyükanne-
büyükbaba da dâhil hatta bu güruha, anlayacağın maaile dolanıyorlar.
ERDEM -Anladım. Seninse ne önceki ne şimdiki halin pek uymaz bu sınıfa.
SÜMERAY -Yani.
ERDEM -E… senin modundaki biri de oraya yakışmaz zaten.
SÜMERAY -Aslında bulutlu havalar da buraya pek yakışmıyor ama allahın işine
bak ki havalar da tıpkı ben. Canı bir istiyor açıyor canı bir istiyor
kapıyor.
bak ki havalar
kapıyor.
ERDEM -Sağı solu belli olmuyor esip gürlüyor yani… Aman canım aslında
yadırgatıcı- uyumsuz gibi gelen şeyler anlık ve değişken olur, bir süre
sonra hiç de yadırgatıcı gelmezler. Canının istediğini yap sen, boş ver
etrafı.
yadırgatıcı-
sonra hiç de yadırgatıcı gelmezler. Canının istediğini yap sen, boş ver
etrafı.
SÜMERAY -Yine de araman iyi oldu bak. Benim de içimde bir hüzün vardı.
ERDEM -Yalnızlık hiç de insana uyan bir şey değil.
SÜMERAY -Evet ama yalnız kalmamak derdine düşüp her şeye de katlanmak gibi bir
ERDEM -Merak etme. Aramızdaki sorunları çözemeyeceksek yalnız olmak
derdini çekmeyi tercih ederim ben de.
derdini çekmeyi
SÜMERAY -Çarem sensen bile çaresizliği yeğlerim diyorsun yani.
ERDEM -Evet.SÜMERAY -Evet. Ben de artık ne istediğimi çok iyi biliyorum. Kaynak içimde.
Ruhum benliğini bulacak.
ERDEM -Ee! Bu düşüncenin bir faydası oluyor mu bari?
SÜMERAY -Bir süreliğine de olsa sakinleştiriyor diyebilirim evet.
ERDEM -Hı! Sonra? Daha beter mi oluyorsun?
SÜMERAY -Sanki… gibi…
ERDEM -Tabii morfin etkisi gösterip de tak diye bütün derdi tasayı kesmesini
bekleyemezdik.
bekleyemezdik.
SÜMERAY -Bence de etkisini zamanla gösterecek inanıyorum buna.
ERDEM -Nasıl bir etki bekliyorsun ki?
SÜMERAY -En birincisi ne yapacağını biliyor olmak iyi bir şey olsa gerek öyle
değil mi? Yani öncelikle bu konuda bir aşama kaydetmek istiyorum.
ERDEM -Fena fikir değilmiş. E' başka?değil mi? Yani
SÜMERAY -İkincisi… kaynağın içimde olduğunun farkındayım ama henüz çıkış
noktasını ya da
ERDEM -Enteresan.
SÜMERAY -Üçüncüsü de… zaten bu mantra da her şey zincirleme halka halka
birbirine
ardı sıra. İşte kaynağın içimde olduğu ifadesi de bu zincirin baş
halkası ve en önemli belirtisi sanki.
ERDEM -Yani? Kaynak içinde biliyorsan… onun kapısını-tıpasını-vanasını-
datasını artık
foşş diye içine mi dalacaksın?
SÜMERAY -İlkin elimi ya da ayak parmağımın ucumu daldırırım belki. Ama artık
yerini biliyorum kaynak içimde ve şimdiden sonra da onun içimdeki
temas noktasının yerini bulacağım.
ERDEM -Tamam. Anladık ama ne olacak yani? Sonuç?yerini
temas noktasının yerini bulacağım.
SÜMERAY -İşte ruhum benliğine kavuşacak o zaman!
ERDEM -Hadi ya! Yani hepsi bu mu? Bunun için miydi?
SÜMERAY -Ne demek istiyorsun?
ERDEM -Yani ne demek şimdi bu ?
SÜMERAY -Yani ne demek 'Ne demek şimdi bu'?? Bunda anlaşılmayacak ne var?
Özü bulacağım diyorum sana yani özü!
ERDEM -Haa...Özü
SÜMERAY -Özümü!
ERDEM -Haaa...
SÜMERAY -Bu demektir ki yaradılışımdan gelen bütün yapısal özelliklerim
bilinç yüzeyine
ERDEM -Haaaaa...
SÜMERAY -Bütün bunların sonucunda da yeniden biliyor olacağım.
ERDEM -Ha? Neyi?
SÜMERAY -Ne yapacağımı! Ne yapmam gerektiğini!
ERDEM -Manevi bir döngüsellik içindesin yani.
SÜMERAY -Evet. Ve büyük bir yardım gelecek hayatıma ve büyük bir değişiklik.
Zamanı
yararlanacak. Bunun sorumluluğunu taşıyorum ve işte kaynağıma
doğru böyle böyle adım adım fersah fersah ilerliyorum.
Sümeray telefonla konuşarak sahneden çıkarken sözde deniz kıyısı iyice dolmuştur ve herkes kıyının (deniz-güneş-kum) keyfini çeşitli şekillerde çıkarmayı sürdürmektedir. Kalabalık Sümeray'ın sözlerini koral olarak tekrarlar.
Zamanı geldi
Kaynak içimde
Bu beyin iyileşecek
Bu beden işleyecek
Bu akıl büyük işler başaracak
Bu zekâ büyük işler gerçekleştirecek
Harekete geçeceğim
Zamanı geldi
Harekete geçireceğim
Zamanı geldi
Büyük bir yardım gelecek
Temas kuruyorum kaynağımla
Herkes yararlanacak
Çocuğum, karım, kardeşim,
Babam, arkadaşım, komşum,
Kocam, dostum, sevdiğim...
Paylaşacak! Paylaşacak!
Zamanı geldi
Zamanı geldi
Saydam bir şekilde bulunduğum yerdeyim
Nerede bulunmak istiyorsam ordayım
Yaptıklarımdan pişman değilim
Yaşadıklarımdan hiç pişman değilim
Ruhum ve bedenim aynı yerde
Bulduğum her değer paylaşılacak
Maneviydi arayışım öyle kalacak
Zamanı geldi
Güvenim tam kendime
Eyvallah! Evelallah!
Üstesinden gelebilirim her şeyin
Eyvallah! Evelallah!
Durmayarak koşarak
Gerçek değerler oluşturacak
Sahte değerlere sığınmayarak
Kendini adayıp her şeyi aşacak
Benliğine ruhuna sahip çıkarak
Zamanı geldi
Bu ruh benliğini bulacak
Zamanı geldi
Hareket eden bu zeminde kaynağa yöneldim
İlerliyorum adım adım
Sorumluluk aldım devam edeceğim
Bu duruş güçlü bir duruş
Bereketli bir duruluş
Duruş olmayan bir duruş
Zamanı geldi
Büyük bir yardım gelecek
Zamanı geldi
Bir bütünüm artık ben
Tek başına kapsamlı ve büyük
Bu bütünü hiçbir şey değiştiremeyecek
Ayırıp parçalayıp yok edemeyecek!
Her şey benim ve ben her şeyim!
Bu düğüm çözülecek
Eyvallah! Evelallah!
Zamanı geldi
Aşıyorum artık
Kişiliğim her şeyin üzerinde
Problemler blokajlar sonuçlarına ulaşacak
Zamanı geldi
Palmiye ağacının ardından Palm fırlar. Uzun ve ince biridir. Üzerinde
kumlu keten kumaştan ve bol kesimli-soluk yeşil-toprak-turuncu-sarı renklerinin
uyumlu kombinasyonuyla tasarlanmış bir safari takım elbise vardır. Ayağında
sandalet, başında hasır şapka ve elinde de büyücek zarif bir yelpaze
taşımaktadır. Hem kadınsı hem erkeksidir. (Erkek oyuncu oynarsa kadınsılaştırılmalı,
kadın oyuncu- oynarsa erkekleştirilmeli.) Biraz soytarıvari bir yumuşaklıkta, kâh
ağacın etrafında dönen merdivenlerde görünür, kâh ağacın tepesinde, kâh
yerlerde yuvarlanır. O mekânın tek gerçek tanığıdır. Palmiyenin kuma ekildiği
zamandan itibaren orada ve oralıdır. Palmiye ağacının ruhudur görünen, konuşan.
Ağacın içinden, kalbinden, dilinden, aklından, gövdesinden, derisinden gelen
ilginç bir lehçesi ve anlatısı vardır. Kâh koşar yuvarlanır kâh dans eder
kalabalığın arasına karışır eşlik eder koroya. Bazen bir puro çıkarır
tellendirir bazen da kalabalığın malzemelerini aşırır. Yer içer keyfine bakar.
Kalabalıkla birlikte ve ayrı durmaksızın dolaşır durur sahnede. Kalabalık dağılırken
o sahnenin ortasında bir şişe şampanyayı patlatır.
PALM -Biz ağaçlar toplumu,
çürüyen meyvelerimizi dalımızda tutmayız hiç.
Bizim çürüyen meyvelerimiz olduğu gibi toprağımıza düşerek
özümüzü besleyen gübrelere dönüşürler. Sizin de bizler gibi çürüyen
şeyleriniz vardır herhalde. Çürüyen kokuşmuş anılarınız mesela…
geçmişinizde. Vardır vardır. Onların da hafızalarınızdan tek tek
düşmelerinin vakti çoktan gelmiştir eminim. Mengzi der ki "Köpeğini
ya da tavuğunu kaybeden biri hemen onları aramaya koyulur ama
doğduğunda sahip olduğu ve sonradan kaybettiği iyiliğini hiç aramaz
nedense!" Sizce de bu çok hayıflanası bir durum değil mi?
Sağlığımıza Bayanlar! Beyler! Sizlerin çok kötü iki alışkanlığınız var
biliyor musunuz?. Nedir biliyor musunuz? Bilmiyor musunuz? Bilmek
ister misiniz peki? Pekâlâ! Birincisi çok kötü bir alışkanlık,
söylüyorum şimdi: Çok kolay kötü alışkanlık ediniyorsunuz be! Evet!
İkinci çok kötü alışkanlığınız da, iyi alışkanlıklarınızı çok zor elde
ediniyorsunuz! Gerçekten. Düşünün bakın ne kadar doğru olduğunu
kendi yaşamınızla kanıtlamış olacaksınız kendinize. İçki, sigara,
kumar ha? Ya ya! Çay kahve yanında sigara! Ha? Nasıl ama? Böyle
eleştirilince ancak anlıyorsunuz değil mi! Hemen de çabucak
kavrıyorsunuz! Ya spor? Ya her akşam diş fırçalamak? Nafile değil
mi? (Seyircilerden birinin göbeğini işaret eder.) Söylesenize bu dana
mı kuzu mu kuzum? Hı! Sebze mi! Yok canım! Yok yok! Hâlâ
disipline sokamamışsın kendini. Gördünüz mü? Sokamıyorsunuz işte.
Sağlıklı yaşam ve beslenmeye alışamıyorsunuz ama bakıyorum
dilinizden de düşürmüyorsunuz.
özümüzü besleyen gübrelere dönüşürler. Sizin de bizler gibi çürüyen
şeyleriniz vardır herhalde. Çürüyen kokuşmuş anılarınız mesela…
geçmişinizde. Vardır vardır. Onların da hafızalarınızdan tek tek
düşmelerinin vakti çoktan gelmiştir eminim. Mengzi der ki "Köpeğini
ya da tavuğunu kaybeden biri hemen onları aramaya koyulur ama
doğduğunda sahip olduğu ve sonradan kaybettiği iyiliğini hiç aramaz
nedense!" Sizce de bu çok hayıflanası bir durum değil mi?
Sağlığımıza Bayanlar! Beyler! Sizlerin çok kötü iki alışkanlığınız var
biliyor musunuz?. Nedir biliyor musunuz? Bilmiyor musunuz? Bilmek
ister misiniz peki? Pekâlâ! Birincisi çok kötü bir alışkanlık,
söylüyorum şimdi: Çok kolay kötü alışkanlık ediniyorsunuz be! Evet!
İkinci çok kötü alışkanlığınız da, iyi alışkanlıklarınızı çok zor elde
ediniyorsunuz! Gerçekten. Düşünün bakın ne kadar doğru olduğunu
kendi yaşamınızla kanıtlamış olacaksınız kendinize. İçki, sigara,
kumar ha? Ya ya! Çay kahve yanında sigara! Ha? Nasıl ama? Böyle
eleştirilince ancak anlıyorsunuz değil mi! Hemen de çabucak
kavrıyorsunuz! Ya spor? Ya her akşam diş fırçalamak? Nafile değil
mi? (Seyircilerden birinin göbeğini işaret eder.) Söylesenize bu dana
mı kuzu mu kuzum? Hı! Sebze mi! Yok canım! Yok yok! Hâlâ
disipline sokamamışsın kendini. Gördünüz mü? Sokamıyorsunuz işte.
Sağlıklı yaşam ve beslenmeye alışamıyorsunuz ama bakıyorum
dilinizden de düşürmüyorsunuz.
1. KİŞİ -Her şeyin başı sağlık.
PALM -Tabi tabii!
2. KİŞİ -Eline sağlık şekerim!
PALM -Aman şekerim afiyet
olsun!
3. KİŞİ -Ayağına sağlık iyi ki geldin arkadaşım!
PALM -Ay çok naziksin sen
de gel beklerim.
4. KİŞİ -Sağlık olsun ayol! Senden değerli mi?
PALM -Ya! İşte böyle. Sana
gelince... senin işin gerçekten zor. Kendini
sıfırlaman ve yeni milatlar başlatman hayli zaman alacak gibi. Bense
yakında yüzüncü yaşımı kutlamaya başlayacağım. Vay be! Yüz mü
dedim! Bugünleri de gördük ya! Hiç hayal etmiyordum doğrusu.
sıfırlaman ve yeni
yakında yüzüncü yaşımı kutlamaya başlayacağım. Vay be! Yüz mü
dedim! Bugünleri de gördük ya! Hiç hayal etmiyordum doğrusu.
İkinci Perde
Pazar yeri. Bir gurup pazarcı, pazar malzemeleriyle palmiyenin altına yerleşmişler. Tenteler çekilmiş, tezgâhlar mevsimlik meyve ve sebzelerle donanmış. Pazarcılar bağırış çığrış kıyameti koparır tezgâhlarının başında. Bir pazarlıktır başlar müşterilerle aralarında. Yine her dilden konuşmalar duyulur. İnsanlar gelip geçerken birbirleriyle selamlaşır. Serpil, karnı burnunda, cep telefonuyla konuşarak gelir, pazarda dolaşmaya başlar.
SERPİL -Geçim derdi yok. Ekonomisi gayet tıkırında. Evet. Evi de var,
Pazar yeri. Bir gurup pazarcı, pazar malzemeleriyle palmiyenin altına yerleşmişler. Tenteler çekilmiş, tezgâhlar mevsimlik meyve ve sebzelerle donanmış. Pazarcılar bağırış çığrış kıyameti koparır tezgâhlarının başında. Bir pazarlıktır başlar müşterilerle aralarında. Yine her dilden konuşmalar duyulur. İnsanlar gelip geçerken birbirleriyle selamlaşır. Serpil, karnı burnunda, cep telefonuyla konuşarak gelir, pazarda dolaşmaya başlar.
SERPİL -Geçim derdi yok. Ekonomisi gayet tıkırında. Evet. Evi de var,
arabası da. Hayır, markası Ferrari değil tabii! Kazancı normal
diyorum ama hiçbir geçim sıkıntımız yok çok şükür. Hayır! Hayır!
Sağlık sorunu falan da bulunmuyor. Yok! Akraba sorunu falan da
çekmiyoruz Anne! Evet anne merkezi bir yerde oturuyoruz. Çocuk
mu? Ah! Hayır anne çocuksuz. Ayrılmamış! Hiç evlenmemiş ki
zaten! Hı-Hı! Sanatı çok seviyor evet. Bayılıyor. Entelektüel bir
kafası var. Süper düşünceli- Muhafazakâr mı? Yoo! Hiçte değil.
Kıskanç mı? Hayır! Son derece serbest fikirli. Kötü alışkanlığı da yok.
Ne içki ne kumar ne at yarışı, sigara dahi kullanmıyor. Ne? Hayır
anne! Neler geçiyor aklından. Seks düşkünü falan asla değil Anne!
Psikolojisi de gayet sağlam. Ruhsal durumu iyi diyorum. Ay sesin de
gidip gidip geliyor. Duyuyor musun şimdi? Alo anne! Hah! Evet evet.
İyi, mütevazı, saygılı, sevecen, tanıyınca bayılacaksın. Zeki, becerikli.
Hayır, ne kör ne sağır anne! Gözü görüyor, kulacı duyuyor, ayağı
yürüyor, beli sağlam- eli de var kolu da var. Hiçbir uzvunda bir
eksiklik fazlalık yok anne! Çıldırtacak bu kadın beni! Nerden mi
biliyorum? Eh pes yani! Of anne off! Hangi çağda yaşıyorsun sen?
Mükemmele yakın hatta öte de denebilir. Yabancı dil konuşuyor,
çeviriler yapıyor, Türkçesi harika zaten! Çok iyi bir eğitim almış
kısacası dört dörtlük yetmez dört sekizlik, dört on sekizlik hatta! İşte
öyle bir erkek yani anneciğim. Dedim ya görsen sen de çok seversin.
Böyle birinin bekâr kalmasına inanamıyor musun? Aman anne ben de
sana inanıyorum! Bu bir tercih meselesi. Ne? Evet. Tamam. İtiraf
ediyorum. Bir evlilik geçirmiş haklısın ama fazla sürmemiş. Hayır!
Hayır! Eminim çocuk falan yok ortada! Ah! Yok öyle bir şey. İkinci
bir deneme için de cesareti kalmamış anne! Kadın çıkıp gitmiş
hayatından. Evet, çünkü benim gibi bir hatun çıkmamış karşına! Ah!
Ah! Evet. İşte bu nedenle yıllardır beni beklemiş anne! Ne? Kaç yıldır
mı? Off! Benden bir kaç yaş küçük. Aslanlar gibi hem de çok yakışıklı.
Değerini bilecek bir kadını sevebilirdi ancak işte o da ben oluyorum!
Buradayım! Gel beni al o zaman anne! Anne gebeyim ben! Bulursan
alırsın artık! Ah! Ve de şu anda da sancım başladı... Ahh! Anne sancım
var, doğuruyorum galiba seni sonra ararım! Ah! Asya! Asya yetiş!
Sancı çoğalıyor yetiş!
diyorum ama hiçbir geçim sıkıntımız yok çok şükür. Hayır! Hayır!
Sağlık sorunu falan da bulunmuyor. Yok! Akraba sorunu falan da
çekmiyoruz Anne! Evet anne merkezi bir yerde oturuyoruz. Çocuk
mu? Ah! Hayır anne çocuksuz. Ayrılmamış! Hiç evlenmemiş ki
zaten! Hı-Hı! Sanatı çok seviyor evet. Bayılıyor. Entelektüel bir
kafası var. Süper düşünceli- Muhafazakâr mı? Yoo! Hiçte değil.
Kıskanç mı? Hayır! Son derece serbest fikirli. Kötü alışkanlığı da yok.
Ne içki ne kumar ne at yarışı, sigara dahi kullanmıyor. Ne? Hayır
anne! Neler geçiyor aklından. Seks düşkünü falan asla değil Anne!
Psikolojisi de gayet sağlam. Ruhsal durumu iyi diyorum. Ay sesin de
gidip gidip geliyor. Duyuyor musun şimdi? Alo anne! Hah! Evet evet.
İyi, mütevazı, saygılı, sevecen, tanıyınca bayılacaksın. Zeki, becerikli.
Hayır, ne kör ne sağır anne! Gözü görüyor, kulacı duyuyor, ayağı
yürüyor, beli sağlam- eli de var kolu da var. Hiçbir uzvunda bir
eksiklik fazlalık yok anne! Çıldırtacak bu kadın beni! Nerden mi
biliyorum? Eh pes yani! Of anne off! Hangi çağda yaşıyorsun sen?
Mükemmele yakın hatta öte de denebilir. Yabancı dil konuşuyor,
çeviriler yapıyor, Türkçesi harika zaten! Çok iyi bir eğitim almış
kısacası dört dörtlük yetmez dört sekizlik, dört on sekizlik hatta! İşte
öyle bir erkek yani anneciğim. Dedim ya görsen sen de çok seversin.
Böyle birinin bekâr kalmasına inanamıyor musun? Aman anne ben de
sana inanıyorum! Bu bir tercih meselesi. Ne? Evet. Tamam. İtiraf
ediyorum. Bir evlilik geçirmiş haklısın ama fazla sürmemiş. Hayır!
Hayır! Eminim çocuk falan yok ortada! Ah! Yok öyle bir şey. İkinci
bir deneme için de cesareti kalmamış anne! Kadın çıkıp gitmiş
hayatından. Evet, çünkü benim gibi bir hatun çıkmamış karşına! Ah!
Ah! Evet. İşte bu nedenle yıllardır beni beklemiş anne! Ne? Kaç yıldır
mı? Off! Benden bir kaç yaş küçük. Aslanlar gibi hem de çok yakışıklı.
Değerini bilecek bir kadını sevebilirdi ancak işte o da ben oluyorum!
Buradayım! Gel beni al o zaman anne! Anne gebeyim ben! Bulursan
alırsın artık! Ah! Ve de şu anda da sancım başladı... Ahh! Anne sancım
var, doğuruyorum galiba seni sonra ararım! Ah! Asya! Asya yetiş!
Sancı çoğalıyor yetiş!
ASYA -Yetiştim yetiştim Serpil!
SERPİL -Çabuk Asya ebeyi... ebeyi ara çabuk! Suyum suyum... Sümeray
geliyor Asya! Sümeray! Çabuk ol!
geliyor Asya!
ASYA -Serpil! Tamam arıyorum panik yapma.
Pazar yeri bir anda karışır. Bu karmaşa esnasında ışıklar değişir. Sahne gerisindeki saray büyüklüğündeki otelin ışıkları yanıp söner. Pazar toplanmış insanlar dağılmış sahne boşalmıştır. Gün batımı. Akşam ezanı okunmaktadır. Sümeray kucağında kendi
bebekliği, girer.
ASYA -Nasıl bir kaderdir bu?
SÜMERAY -Bu şeyi bu kadar çok isterken ondan uzaklaşılır mı?Pazar yeri bir anda karışır. Bu karmaşa esnasında ışıklar değişir. Sahne gerisindeki saray büyüklüğündeki otelin ışıkları yanıp söner. Pazar toplanmış insanlar dağılmış sahne boşalmıştır.
ASYA -Nasıl bir kaderdir bu?
ASYA -Bazen böyle oluyor işte ne yazık ki. Sümeray. Kızım. Götürün onu
buradan! Neye
neyden kaçıyorsam üzerime doğru geliyor sanki. Anlayamıyorum.
Neden? Nedir bu? Neyin bedeli? Neyin borcu bu bir türlü bitmiyor?
SÜMERAY -İnsan tabiatı diyerek kestirip atsak rahatlatıcı olur muydu?
ASYA -Belki de hakikaten mutlu insanlık naif bir tasarımdan ibaret.
Sümeray… Kızım. Yavrum. Adı Sümeray olsun istemiştik kızımızın.
Tam bu yeni ayla ruhumuz daha da beslenecek derken tersine bir açlık
kaplıyor şimdi içimizi. Bu sonun bir gün geleceğini düşünmüyor
değildik. Ama kışın ardından baharla birlikte çiçeklerin
tomurcuklandığı, yeşillendiği-şenlendiği bu dönemde geleceğini hiç
düşünmemiştik. Bir bahar muştusuyla kavuşacağını hayal ettiğim
bedenlerimiz şiddetle kesilerek koptu birbirinden. Tam da onun
bedeninde yeniden dallanıp budaklanıyorken sökülüp atılıyor
sevgim… Gövdesiz kaldım! Ah!
Sümeray… Kızım.
Tam bu yeni ayla ruhumuz daha da beslenecek derken tersine bir açlık
kaplıyor şimdi içimizi. Bu sonun bir gün geleceğini düşünmüyor
değildik. Ama kışın ardından baharla birlikte çiçeklerin
tomurcuklandığı, yeşillendiği-şenlendiği bu dönemde geleceğini hiç
düşünmemiştik. Bir bahar muştusuyla kavuşacağını hayal ettiğim
bedenlerimiz şiddetle kesilerek koptu birbirinden. Tam da onun
bedeninde yeniden dallanıp budaklanıyorken sökülüp atılıyor
sevgim… Gövdesiz kaldım! Ah!
SÜMERAY -Unutulacak. Aklından bir çırpıda uçup gitmesi beklenemez tabii ama
unutacaksın…
unutacaksın…
ASYA -Unutulacak elbet. Bu acı da.
SÜMERAY -Belleğin o denli uzak değil şu an… ama yeni olgular yaşandıkça
eskilerin üzerlerine bir örtü serilecek tül gibi zamanla ve küllenecek
zihnindeki ateşten anılar ve uzaklaşacaksın sen de bu acıdan.
eskilerin
zihnindeki ateşten anılar ve uzaklaşacaksın sen de bu acıdan.
ASYA -Delirmek üzereyim. Delirmek üzereyken ne yapar insan? Nasıl
direnir? Nasıl katlanır bu acıya?
direnir? Nasıl
SÜMERAY -Kendini bilen kişi en yakın sevgiye sarılır. Sen bir babasın artık.
Bak!
ASYA -Tam tersi ona saldırmak istiyorum! Kendimi deliliğe teslim etmek
istiyorum.
istiyorum.
SÜMERAY -Eserin tamamlandıysa… bittiyse yaşamda yapacakların… buyur
serbestsin delirmekte ama hayatın bir yapıt olduğunu, yapıcısının da
kendimiz olduğunu düşünmüyor musun?
serbestsin
kendimiz olduğunu düşünmüyor musun?
ASYA -Bu acıyı ben mi tasarladım! Ha?
SÜMERAY -Bu da kendi gücünü başkalarına teslim etmek anlamına gelir.
ASYA -Başkalarına mı?
SÜMERAY -Evet. Başkalarına. Senden daha yüce, senden daha kararlı birilerine.
Müslüman olarak doğmamış mısın? Dön bak geçmişine. Gücünü
kime neye teslim ettiğini orada pekâlâ bulabilirsin.
Müslüman
kime neye teslim ettiğini orada pekâlâ bulabilirsin.
ASYA -Müslüman olarak doğmuşsam ne olmuş, bu bir tesadüf sadece. Hem
öyle bir inanış ekili değil içimde.
SÜMERAY -Öyleyse belki de zamanı gelmiştir.öyle bir
ASYA -Neyin zamanı?
SÜMERAY -Ekim zamanı.
ASYA -Benim hayatım İsa Musa Muhammet gibi bir hayat değil. Onlar
hayatın yapıcısını Tanrı diye nitelendirdiler ve sıyrıldılar işin içinden.
Benim öyle, adına Tanrı diyeceğim bir yapıcıya ne ihtiyacım ne
inancım ne de güvencem olmadı hiç.
hayatın yapıcısını
Benim öyle, adına Tanrı diyeceğim bir yapıcıya ne ihtiyacım ne
inancım ne de güvencem olmadı hiç.
SÜMERAY -Ama işte şimdi kendine, derdin tasan için bir çare, bir mutlak çözüm
arayışı içindeyken, bu derdin ne yazık ki hiçbir çaresi yok ve bu acıyı
sonuna kadar yaşayarak çekeceğim diyemiyorsun! Öyle değil mi?
arayışı
sonuna kadar yaşayarak çekeceğim diyemiyorsun! Öyle değil mi?
ASYA -Evet. Ne yazık ki!
SÜMERAY -Musa'da İsa'da Muhammed'de tek bir şeye inandılar. Senin de
(Kundaktaki bebeği Asya'nın kollarına
bırakmak ister) inandığın
birşey vardır mutlaka. Meselâ… İyi bir baba olma gibi bir inancın yok
mu kalbinde bir yerlerde? Ha?
(Kundaktaki bebeği
birşey vardır mutlaka. Meselâ… İyi bir baba olma gibi bir inancın yok
mu kalbinde bir yerlerde? Ha?
ASYA -Ama bu da bir yalan artık. Ona da inancım kayboldu. (Bebeği geri
iter) Çalışmaya inanmıştım! Çalışılarak aşılabileceğine inanmıştım!
Ama hani? Hâlâ olamayışın içindeyim!
iter) Çalışmaya
Ama hani? Hâlâ olamayışın içindeyim!
SÜMERAY -Olamayış mı? En ufak bir sendelemede, bir bilek burkulması bir
parmak kesiğinde bile refleks halinde çıkar ağızdan allah sözcüğü,
peki neden? Hiç düşünmüyor musun neden?
parmak kesiğinde
peki neden? Hiç düşünmüyor musun neden?
ASYA -Peki neden gerisini getiremiyor beynim ha? Her şey allahtan diyoruz
belki bilinçsiz olarak ama işte o kadar! Gerisi gelmiyor!
belki
SÜMERAY -Gerisi gelmiyor çünkü gerisini getirmiyorsun!
ASYA -Gerisini getirmek mi? Ne demek bu biliyor musun? Gerisini
getirmek! Gerisi ibadete dönüşmesi her şeyin! Gerisi tapınma! Gerisi
her an dua-şükür! Gerisi Kur'an! Tanrıya ulaşma, onunla bütünleşme
çabası gerisi!
getirmek! Gerisi
her an dua-şükür! Gerisi Kur'an! Tanrıya ulaşma, onunla bütünleşme
çabası gerisi!
SÜMERAY -Çünkü Tanrısal olan mükemmele aittir.
ASYA -Kendince bir inanç bu! Kendince bir dua!... Kendince kendi
mükemmelliğine mükemmellik ekleme çabası! Ama ya kendim?
mükemmelliğine
SÜMERAY -Peki nesin kendin? Başlı başına bir sanat eseri mi? Yaratıcısı,
yapıcısı, tasarlayıcısı olmayan! Mükellef bir abide mi? Ama evet.
Belki de. İnanıyorsan... evet!
yapıcısı,
Belki de. İnanıyorsan... evet!
ASYA -İnanmıyorum! Ama inanmıyorum işte! Ve
bu mükemmelliğin de bir
sınırı var... bir sonu...
SÜMERAY -Elbette var. Olmalı da. Mükemmele varan o sona da ulaşmış olur.sınırı var...
ASYA -Peki ya Serpil? Bu yüzden mi alındı elimden? Hı?. O mükemmel bir
kadındı benim için. Ama benim için... mükemmelliği benim yanımda
olmasıydı... birlikteliğimizin sürmesiydi mükemmel olan sona ermesi
değil!
kadındı
olmasıydı... birlikteliğimizin sürmesiydi mükemmel olan sona ermesi
değil!
SÜMERAY -O şimdilik, geçici bir sona ulaşmış bulunuyor. Bir gün bütün özler
bir yerde buluşur. Buna inan yeter ki. Sen de ereceksin o mükemmel
sona. Bunun için devamını getirmen gerek yalnız. (Bebeği yeniden
uzatır.) Devamını getirmelisin her şey Allahtan!
bir yerde
sona. Bunun için devamını getirmen gerek yalnız. (Bebeği yeniden
uzatır.) Devamını getirmelisin her şey Allahtan!
ASYA -Nasıl?
SÜMERAY -O isterse olur. O ol derse olur. Onun ol demesi yeter. İyi bir baba
olursun.
olursun.
ASYA -Nasıl?
SÜMERAY -Ona ol dedirtecek şey senin ona ol demeni sağlayacak hal ve
hareketlerine bağlı. Ol diyebilmesi, ol demesini dilemene...
hareketlerine bağlı.
ASYA -Nasıl?
SÜMERAY -Dile... Ol de Allahım olayım...
ASYA -Ol de Allahım.
SÜMERAY -Ol de Allahım olayım.
ASYA -Ol de Allahım olayım.
SÜMERAY -Sen de... İyi bir baba olayım...
ASYA -Sen de uğruna köle olayım onun öleyim. Kimin uğruna, neyin
uğruna, ne uğruna fark etmez, ol de Allahım olayım öl de Allahım
öleyim! İste benden Allahım. Dile benden! Bilmemi iste. Nasıl
yönelmemi istiyorsan öyle yöneleyim. Serpil'in kocası Sümeray'ın
babası oldum ve içimi çökerten bir acı yaşıyorum. Sen hem düşüren
hem kaldıransın peki şimdi ne istiyorsun benden? Haydi iste. İradene
teslim olacağım. Teslimim iradene. Haydi, ol de! Ol de olayım öl de
öleyim! Dile beni al yanına dile beni al koynuna Serpil'imin! Dile
beni dilediğin gibi oldur beni! İnsan oldurdun, adam oldurdun, koca,
baba oldurdun! Ya şimdi? Ya şimdi ne yapmak istiyorsun benden?
Beni bir Musa bir İsa bir Muhammet gibi bir peygamber yapmadın,
bir Nazım yapmadın, bir Kazancakis yapmadın. Peki, ne yaptın?
Asya yaptın! Peki, ne işe yaradı bu Asya? Bugüne kadar iraden
dışında olduğumu da sanmıyorum artık. Hep senin iradenle
yürümüşüm ben. Görüyorum. Hep senin iraden beni bu noktalara
getirmiş artık eminim. Bana başka bir iradeyi zaten mümkün kılmadın
ki sen!. Bir tek sen vardın ve hâlâ da bir tek sen varsın! Devamını
getirmemi istiyorsun öyle mi? Pekâlâ getireceğim. Her şeyimle sana
erdim sana aitim! Ben seninim. Evet, işte işte! Şimdi iste! Yeniden
iste! Yeniden ve yeniden iste benden! Bağırsaklarım, kör
bağırsaklarım, elim kolum belim boynum, parça parça bütün bedenim-
aklım ruhum tüm varoluşum sana ait... işte! Allahım! (Elinde bir keski
vardır kendini yaralar.)
uğruna, ne uğruna
öleyim! İste benden Allahım. Dile benden! Bilmemi iste. Nasıl
yönelmemi istiyorsan öyle yöneleyim. Serpil'in kocası Sümeray'ın
babası oldum ve içimi çökerten bir acı yaşıyorum. Sen hem düşüren
hem kaldıransın peki şimdi ne istiyorsun benden? Haydi iste. İradene
teslim olacağım. Teslimim iradene. Haydi, ol de! Ol de olayım öl de
öleyim! Dile beni al yanına dile beni al koynuna Serpil'imin! Dile
beni dilediğin gibi oldur beni! İnsan oldurdun, adam oldurdun, koca,
baba oldurdun! Ya şimdi? Ya şimdi ne yapmak istiyorsun benden?
Beni bir Musa bir İsa bir Muhammet gibi bir peygamber yapmadın,
bir Nazım yapmadın, bir Kazancakis yapmadın. Peki, ne yaptın?
Asya yaptın! Peki, ne işe yaradı bu Asya? Bugüne kadar iraden
dışında olduğumu da sanmıyorum artık. Hep senin iradenle
yürümüşüm ben. Görüyorum. Hep senin iraden beni bu noktalara
getirmiş artık eminim. Bana başka bir iradeyi zaten mümkün kılmadın
ki sen!. Bir tek sen vardın ve hâlâ da bir tek sen varsın! Devamını
getirmemi istiyorsun öyle mi? Pekâlâ getireceğim. Her şeyimle sana
erdim sana aitim! Ben seninim. Evet, işte işte! Şimdi iste! Yeniden
iste! Yeniden ve yeniden iste benden! Bağırsaklarım, kör
bağırsaklarım, elim kolum belim boynum, parça parça bütün bedenim-
aklım ruhum tüm varoluşum sana ait... işte! Allahım! (Elinde bir keski
vardır kendini yaralar.)
SÜMERAY -Hayır! Dur! Sakın yapma!
ASYA -Devamını getirmemi istedin. Devamı hep böyle işte. Sonsuza dek
böyle... Böyle geldi ve böyle gidecek! Hep vardın... hep var
olacaksın... adın da hep Allah olacak! Tanrı olacak! Rab olacak!
Büyük, yüce, ulu olacaksın! Hep sana teslim olacak evren! Hep
senden gelip sana dönecek tüm kâinat! Bunların durmadan
tekrarlanması mı istediğin? Her kulun tarafından yenilenmesi mi
dilediğin! Al işte! Bunu mu diliyorsun benden de! Al! Daha başka
şeyler dilemiyor musun? Dile! Dile! Daha başka şeyler dile benden!
Haydi ol de olayım! Öl de öleyim! Devamını bu şekilde getirmemi
diler misin? Dile! Dile Allahım! Ya hep ya hiç Allahım! Ya hep ya
hiç! Beni burada arada bırakma! Beni arada bir yerde bir hilkat
garibesi olarak bırakma! Beni tamama erdir! Tamama erdir! Ya hep
ya hiç! Ol de olayım! Öl de öleyim!
Kan ter içinde, tam perişanlık noktasında sahneden çıldırmış gibi çıkar. Sessizlik. Sümeray çökmüştür. Bebek Sümeray ise Asya'nın onu bıraktığı yerdedir. Uzunca bir bekleyişten sonra Sümeray bugüne döner.
SÜMERAY -Babaaaa! Babacığım. Nasıl kıydın? Ha? Nasıl? Nasıl kıyarsın? Baba!
Nasıl bırakırsın elimi? Neden çekip aldın zeminimi ayaklarımın
altından? Neden her şeyi toza döndürdün? Altımdaki bu büyük
boşluktan başka birşey miras bırakmadın bana. Tek bir şey… tek bir
incir tanesi bile yok ambarımda baba! Senden geriye kalan tek bir anı
dahi yok!
Piknikte. (Asfaltın üzerine çim halı serilir. Piknikçiler bir taraftan
oyunlar oynayıp bir yandan da malzemeleri yerleştirirler.
Sepetler-bidonlar-örtüler-minderler-yastıklar-şezlong-şemsiye
güneşlik-ip-top-salıncak-ızgara-mangal-ateş-ocak-çanak-çömlek-bardak-şişe-yiyecek
ve içecekler-portatif bir Tv.- ve Radyo- biri karpuz keser-bir kaçı
kaçar-kovalar-halay çekilir-kadeh tokuşturulur-) Palmiyenin tam altına
yerleştirilen bankta oturan adam gazetesini okurken Palm arkasından yaklaşır ve
onunla beraber gazeteye bakar.
PALM -Hım! Vay vay vay! Yok ya! Hadi canım! Çıh çıh çıh!
böyle... Böyle
olacaksın... adın da hep Allah olacak! Tanrı olacak! Rab olacak!
Büyük, yüce, ulu olacaksın! Hep sana teslim olacak evren! Hep
senden gelip sana dönecek tüm kâinat! Bunların durmadan
tekrarlanması mı istediğin? Her kulun tarafından yenilenmesi mi
dilediğin! Al işte! Bunu mu diliyorsun benden de! Al! Daha başka
şeyler dilemiyor musun? Dile! Dile! Daha başka şeyler dile benden!
Haydi ol de olayım! Öl de öleyim! Devamını bu şekilde getirmemi
diler misin? Dile! Dile Allahım! Ya hep ya hiç Allahım! Ya hep ya
hiç! Beni burada arada bırakma! Beni arada bir yerde bir hilkat
garibesi olarak bırakma! Beni tamama erdir! Tamama erdir! Ya hep
ya hiç! Ol de olayım! Öl de öleyim!
Kan ter içinde, tam perişanlık noktasında sahneden çıldırmış gibi çıkar. Sessizlik. Sümeray çökmüştür. Bebek Sümeray ise Asya'nın onu bıraktığı yerdedir. Uzunca bir bekleyişten sonra Sümeray bugüne döner.
SÜMERAY -Babaaaa! Babacığım. Nasıl kıydın? Ha? Nasıl? Nasıl kıyarsın? Baba!
Nasıl bırakırsın elimi? Neden çekip aldın zeminimi ayaklarımın
altından? Neden her şeyi toza döndürdün? Altımdaki bu büyük
boşluktan başka birşey miras bırakmadın bana. Tek bir şey… tek bir
incir tanesi bile yok ambarımda baba! Senden geriye kalan tek bir anı
dahi yok!
PALM -Hım! Vay vay vay! Yok ya! Hadi canım! Çıh çıh çıh!
ADAM -Müsadenizle. (Gazeteyi Palm'in eline
tutuşturup çeker gider.)
PALM -A! Ne dedim ki ben
şimdi? E! (Gazeteyi savurup kalabalığa karışır.)
Boş versene!
Sümeray küçük Sümeray'ın elinden tutmuş piknikçilerin arasından öne çıkarlar. Küçük Sümeray salya sümük ağlamaktadır. Palmiyenin altında dururlar.
PALM -Yapabilirsin.
Boş versene!
Sümeray küçük Sümeray'ın elinden tutmuş piknikçilerin arasından öne çıkarlar. Küçük Sümeray salya sümük ağlamaktadır. Palmiyenin altında dururlar.
PALM -Yapabilirsin.
KÜÇÜKSÜMERAY -Ne?
PALM -Sen de yapabilirsin.
KÜÇÜKSÜMERAY -Sahi mi?
PALM -Tabii. Özgürsün.
Dilediğin her şeyi yapabilirsin. Başarabilirsin. Bisiklete binen bir
paten kayan bir dansçı, motosikletiyle giden bir yolcu, dağ bayır
aşan bir gezgin, rekor kıran bir yüzücü, paraşütle atlayan bir
aktivist, yükünü sırtlanmış yokuşa aldırmaksızın taşıyan bir hamal,
kazma-küreğini toprağa saplamış bir işçi, bir çiftçi, bir rençper,
hayvanlarını ağıla sokmaya uğraşan bir çoban, ağ çeken balıkçılar,
oltasıyla balık avlayan bir vatandaş, sonatını çalan bir piyanist,
aryasını seslendiren bir mezzo, tango yapan bir çift, ürün ekenler-
biçenler-toplayanlar-satanlar, yiyip içenler, yan gelip yatanlar...
Saymakla bitmeyen, tükenmez bir çaba içinde bütün evren bak…
Dinle! Bak! Nasıl bir nabız atışı var her şeyde! Evrensel zekânın
kaynağının nabzı bu!
KÜÇÜKSÜMERAY -Duyabilir miyim ben de!
PALM -Elbette duyabilirsin. Fişi prize tak yeter!
KÜÇÜKSÜMERAY -Fiş mi? Fiş nerede ki?
PALM -(Kafasını işaret
eder.) İşte tam burada...
KÜÇÜKSÜMERAY -Peki priz… o nerede?
PALM -(Tekrara aynı yeri
işaret eder.) O da burda. (Göz kırpar) Hadi geç
bağlantıya… Hadi durma!
Palm konuşurken yanlarına bir kadın ve bir erkek yanlarında küçük Sümeray'ın yaşıtlarında bir erkek çocuk olduğu halde yaklaşırlar. Küçük Erdem bütün gayretiyle bir çocuk arabasını itelemeye çalışıyordur. Küçük Sümeray ve Küçük Erdem birbirlerini görünce kucaklaşırlar.
bağlantıya… Hadi durma!
Palm konuşurken yanlarına bir kadın ve bir erkek yanlarında küçük Sümeray'ın yaşıtlarında bir erkek çocuk olduğu halde yaklaşırlar. Küçük Erdem bütün gayretiyle bir çocuk arabasını itelemeye çalışıyordur. Küçük Sümeray ve Küçük Erdem birbirlerini görünce kucaklaşırlar.
KÜÇÜKSÜMERAY -Erdem! Kardeşim!
KÜÇÜKERDEM -Sümeray! Biz de seni arıyorduk. Nereye kayboldun?
KÜÇÜKSÜMERAY -Hadi gel seni gezdireyim kardeşim.
Sümeray Palm'le kalır. Konuşma sürerken iki üstü çıplak adam geçecektir yanlarından. Kırmız tişörtlü-gözünde siyah gözlükleri olan şişman ve kel bir adam da telefonla konuşarak geçecek; piknikçilerden yayılan karmakarışık müzik sesleri duyulacak aynı anda; bir bisikletli yeni yetme de hızla geçecektir.
PALM -Dışımızdaki dünya içimizdeki ruh değişmediği taktirde değişmez.
Düşman içeridedir. Kurtuluş içimizden başlamalıdır. Acı böylece
giderek azalır azalır azalır… Yeni acılar da çıkabilir ama ilk acılar
denli yakıcı olmayacaktır artık.
Sümeray Palm'le kalır. Konuşma sürerken iki üstü çıplak adam geçecektir yanlarından. Kırmız tişörtlü-gözünde siyah gözlükleri olan şişman ve kel bir adam da telefonla konuşarak geçecek; piknikçilerden yayılan karmakarışık müzik sesleri duyulacak aynı anda; bir bisikletli yeni yetme de hızla geçecektir.
PALM -Dışımızdaki dünya içimizdeki ruh değişmediği taktirde değişmez.
Düşman
giderek azalır azalır azalır… Yeni acılar da çıkabilir ama ilk acılar
denli yakıcı olmayacaktır artık.
SÜMERAY -(Kafasını işaret ederek) Bir cendere var
burda. Ertelenmiş bir
cendere.
cendere.
PALM -Yırtılmış bir yaz
günü rüyasındasın. Dosila Sol Fami're Do... Renk
cümbüşü not alayda... Ustaya soruyorlar: “Sen nasıl bir ustasın?”
diye. Usta eğik başını işinden doğrultup diyor ki: “Bunun yanıtını ben
değil, yapıtlarımdan beklemelisiniz” ve tevazuuyla ekliyor:
“Yansımasıyım onların sadece.” Hıh! Ya!
cümbüşü not
diye. Usta eğik başını işinden doğrultup diyor ki: “Bunun yanıtını ben
değil, yapıtlarımdan beklemelisiniz” ve tevazuuyla ekliyor:
“Yansımasıyım onların sadece.” Hıh! Ya!
SÜMERAY -Yansıma olmadığı mefhumlar da yok mu?
SÜMERAY -O vakit?
PALM -O vakit… usta da
yapıt da ortadan kalkacaktır.
SÜMERAY -Ya soranlar? Ya onlar? Ortada mı kalacaklar?
PALM -Evet. Muhtemelen.
SÜMERAY -Ortada kalan sorucular geriye birşey kalmamış mefhuma bakıp ne
yaparlar peki?
yaparlar peki?
PALM -Artık soracak birşey
kalmadığına göre onlar da ortadan kalkar bir
müddet sonra.
müddet sonra.
SÜMERAY -Ee… Soran yoksa geriye ne kalır?
PALM -Pek de birşey
kalmayacağı apaçık değil mi?
SÜMERAY -Korkunç.
PALM -Güçlü ol. Tamam mı?
SÜMERAY -Güç ver bana o halde. Üstesinden gelmek zorunda olduğum çok şey
var. Üstesinden gelmek zorunda kaldığım pek çok şey…
PALM -Üstesinden gelirsin.
Merak etme.var.
SÜMERAY -Bura bana acı veriyor her gelişimde. Zihnimi baskı altına alıyor bura.
Özgür hissetmiyorum kendimi.
Özgür
PALM -Nazar değmiştir
belki. (Gülümser)
SÜMERAY -Ben nazara inanmam. Biraz zayıf bir insanım… güçsüzüm ama... çok
çabuk kırılıp dökülür, hastalanırım. Ama nazar? I-ıh! Nazar falan
değil hassas bir tabiatım var benim. Yaradılışımdan beri bu böyle. Bir
çeşit çocukluk hastalığı... kızamık gibi. Bağışıklık kazandırmayan
cinsinden ama. Bir kez geçirdin diye muaf olmuyorsun da üzerine
yapışıp kalıyor, kronik bir vak'a'ya dönüşüyor ve beyin durmadan
çaresizlik üretiyor bu yüzden. Anlamsızlık ve boşluk üretiyor. Zaten
biraz da bundan dolayı nazar diye birşey olacağına kesinlikle
inanmıyorum.
çabuk
değil hassas bir tabiatım var benim. Yaradılışımdan beri bu böyle. Bir
çeşit çocukluk hastalığı... kızamık gibi. Bağışıklık kazandırmayan
cinsinden ama. Bir kez geçirdin diye muaf olmuyorsun da üzerine
yapışıp kalıyor, kronik bir vak'a'ya dönüşüyor ve beyin durmadan
çaresizlik üretiyor bu yüzden. Anlamsızlık ve boşluk üretiyor. Zaten
biraz da bundan dolayı nazar diye birşey olacağına kesinlikle
inanmıyorum.
PALM -Burada bir cendere
falan yok. Beynin bedenin ruhun çatışması yok...
Beynin de ruhun da bedenin de varlığının her zerresiyle aynı şeyi
arzuluyor...
Beynin de
arzuluyor...
SÜMERAY -Neyi?
PALM -Bir işaret hep olur
öyle değil mi? Bir iz. İm. Emare?
SÜMERAY -Peki buradaki işaret ne ve nerede? Sağda mı solda mı? Önümde mi
ardımda mı? Aşikâr mı gizli mi? Nasıl görünür? Nasıl algılanır?
Bugün balkonumda otururken tek başıma, atalarımın toprağında,
içimdeki üzüntüye, kedere artık bir nokta koymalıyım diye
düşündüm. Hiçbir şey beni korkutmasın artık ve hüzünlendirmesin
dedim. Her şey allahtan ya hani, olan da olmayan da.. o an ilaç
kokusu geldi burnuma biliyor musun… evet! Buram buram bir ilaç
kokusu. Esintiyle birlikte. Allah da artık içimin ferahlamasını istiyor
diye geçti kalbimden. İçimdeki üzüntü, kahır-keder, yaşadığım bütün
olumsuzluklar ondan gelmiş, hepsini o sağlamıştı. Hem beni
kullanmıştı bir başkasına dert tasa vermek için, hem başkalarını
kullanarak beni derde tasaya boğmuştu. Üzülmemi istemişti hep.
Üzülmemi istediğini de bilmemi istiyordu. Seni benim üzdüğümü bil
diyordu bana... bil ki üzerindeki tüm hakimiyet benim elimde. Senin
çabanla olmuyorsun, ben olduruyorum seni. Şimdi de böyle olmanı
diliyorum. Üzgünsün yine şimdi çünkü neşesiz olmanı ben
yaratıyorum. Sen kederinden kaçtıkça, unutmaya sığındıkça daha çok
keder yağdıracağım, neşelenmek istedikçe tadını kaçıracağım ve hep
acıyı duyacaksın her zaman. Taa ki…
ardımda mı? Aşikâr mı gizli mi? Nasıl görünür? Nasıl algılanır?
Bugün balkonumda otururken tek başıma, atalarımın toprağında,
içimdeki üzüntüye, kedere artık bir nokta koymalıyım diye
düşündüm. Hiçbir şey beni korkutmasın artık ve hüzünlendirmesin
dedim. Her şey allahtan ya hani, olan da olmayan da.. o an ilaç
kokusu geldi burnuma biliyor musun… evet! Buram buram bir ilaç
kokusu. Esintiyle birlikte. Allah da artık içimin ferahlamasını istiyor
diye geçti kalbimden. İçimdeki üzüntü, kahır-keder, yaşadığım bütün
olumsuzluklar ondan gelmiş, hepsini o sağlamıştı. Hem beni
kullanmıştı bir başkasına dert tasa vermek için, hem başkalarını
kullanarak beni derde tasaya boğmuştu. Üzülmemi istemişti hep.
Üzülmemi istediğini de bilmemi istiyordu. Seni benim üzdüğümü bil
diyordu bana... bil ki üzerindeki tüm hakimiyet benim elimde. Senin
çabanla olmuyorsun, ben olduruyorum seni. Şimdi de böyle olmanı
diliyorum. Üzgünsün yine şimdi çünkü neşesiz olmanı ben
yaratıyorum. Sen kederinden kaçtıkça, unutmaya sığındıkça daha çok
keder yağdıracağım, neşelenmek istedikçe tadını kaçıracağım ve hep
acıyı duyacaksın her zaman. Taa ki…
PALM -Taa ki…
SÜMERAY -Benim arzu ettiğim insan olana dek… Süründüreceğim seni...
o vakte değin...
o vakte değin...
PALM -Hangi vakte?
SÜMERAY -O sözcükler henüz yaratılmadılar. Şimdilik bir hareketler çeşitlemesi
görüyorum yalnızca ufukta. Ama artık konuşmuyor... Susuyor
sadece... ve bakıyor...
görüyorum
sadece... ve bakıyor...
PALM -Yüzyıllar önce,
Mengzi adlı bir filozofla tanışmıştım. Tabii o
zamanlar ben küçük bir tohumdum sadece. Ama sana bir tüyo
vereyim, internet kaybolan anıları tazelemede baya işe yarıyor.
SÜMERAY -Bu çağda olmak güzel mi yani?zamanlar ben küçük
vereyim, internet kaybolan anıları tazelemede baya işe yarıyor.
PALM -Güzel güzel! Hiç
fena değil! Bak şimdi Mengzi'nin şöyle bir mesel'i
vardı: Bir zamanlar Song'lu bir adam varmış. Uçsuz bucaksız denecek
kadar büyük bir arazinin sahibiymiş bu adam. Vakti geldiğinde
oğluyla beraber tarlaya yeni tohumlar ekmiş ama filizler öyle yavaş,
öyle yavaş büyüyormuş ki bir gün etmiş iki gün etmiş derken üçüncü
günü dayanamamış artık tüm tarlayı dolaşıp filizleri tek tek ucundan
biraz biraz yukarı çekmiş, çekiştirmiş. Tabii ki bunun sonunda çook
yorulmuş. Dinlenmek için evine gelince oğluna “Bugün çok iyi bir iş
çıkardım” demiş gururla, “Çok yoruldum ama değdi.” Oğlu merakla
bakarken “Filizlerin büyümesini hızlandırdım demiş” kasılarak.
“Nasıl?” diye sormuş oğlan şaşkınlıkla. “Hepsinin boyundan şöyle
biraz biraz çektim. Ah! Çok yorucuydu ama yorgunluğuma değdi
doğrusu”… Zavallı oğlan bir de koşup bakmış ki ne görsün! Filizlerin
hepsi de toprakta… öyle boylu boyunca yatmıyor mu?
Gökyüzü bulutlanır, sis çöker ve kararır hava. Ardından sağanak halinde bir yaz yağmuru başlar. Piknikçiler telaşla toparlanıp büyük bir şamata ile sahneyi boşaltırlar.
Başlangıç: 02 Eylül 2011 Cuma;13:24:02
Bitiş: 16 Mayıs 2012 Çarşamba;01:18:59vardı: Bir
kadar büyük bir arazinin sahibiymiş bu adam. Vakti geldiğinde
oğluyla beraber tarlaya yeni tohumlar ekmiş ama filizler öyle yavaş,
öyle yavaş büyüyormuş ki bir gün etmiş iki gün etmiş derken üçüncü
günü dayanamamış artık tüm tarlayı dolaşıp filizleri tek tek ucundan
biraz biraz yukarı çekmiş, çekiştirmiş. Tabii ki bunun sonunda çook
yorulmuş. Dinlenmek için evine gelince oğluna “Bugün çok iyi bir iş
çıkardım” demiş gururla, “Çok yoruldum ama değdi.” Oğlu merakla
bakarken “Filizlerin büyümesini hızlandırdım demiş” kasılarak.
“Nasıl?” diye sormuş oğlan şaşkınlıkla. “Hepsinin boyundan şöyle
biraz biraz çektim. Ah! Çok yorucuydu ama yorgunluğuma değdi
doğrusu”… Zavallı oğlan bir de koşup bakmış ki ne görsün! Filizlerin
hepsi de toprakta… öyle boylu boyunca yatmıyor mu?
Gökyüzü bulutlanır, sis çöker ve kararır hava. Ardından sağanak halinde bir yaz yağmuru başlar. Piknikçiler telaşla toparlanıp büyük bir şamata ile sahneyi boşaltırlar.
Başlangıç: 02 Eylül 2011 Cuma;13:24:02
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder